Uzun uğraşlarımın sonunda kedime harika bir uçurtma yapmıştım. Gökkuşağını kıskandıracak renklerdeki uçurtmamı uçurtmak için evimize yakınlarındaki açık alana koştum. Bir iki denemeden sonra onun gökyüzünde bir kuş misali uçmasını başarmıştım. Yemyeşil kırlarda bir sağa bir sola koşuşturup başarmanın sevincini yaşıyordum. Birden aklıma bir fikir geldi !Uçmanın keyfini alan uçurtmam için yeryüzü artık esaret olacaktı. Uçurtmamı gökyüzünde özgürlüğüne bıraktım. Uçurtmamda bu anı bekleyen bir tutsakmış gibi ipi ellerimden hızlıca sıyrılıp gökyüzünde salınmaya başladı . Onun özgürlüğe koşuşunu izlemek ,uçurtmak kadar keyif veriyordu. Uçurtmam rüzgarla ahenk ile dans ediyordu . Uçurtmam yükseldikçe renkleri solmaya başlamıştı. Yüksek tepeleri aşan uçurtmam tamamen gözden kaybolmuştu. Yapmak için çok emek verdiğim uçurtmamı belki bir daha hiç göremeyecektim ama kalbimde tarifini anlatamayacağım bir mutluluk yaşıyordum.
2000 ‘ li yıllarda başlayan savaşlar flaş haber olarak televizyondan veriliyordu. Tarih kitaplarında okuduğumuz olayları o günlerde heyecanla televizyonda izliyorduk. Simsiyah gecede atılan bombalarla sema aydınlanıyordu. Semada yankılana ışık hüzmeleri kayan yıldızlar misali yerlere dökülüyordu. Bu heyecanlarla uykuya dalıyordum. Sabah uyanınca aynı heyecanla televizyonun düğmesine basmıştım. Işıklı gece aydınlanınca ,şehir yerle bir olmuş ,savaş mağdurları sonu bilinmeyen bir kaosa merhaba demişti. Bu manzarayı görünce savaşın ne anlama geldiğini çok iyi anlamıştım. Ülkemizin yanı başında yıllar içinde yeni kaoslar baş göstermişti. Dünya tarihi büyük bir insanlık kıyıma şahit oluyordu. Dünya devletleri sessiz kalmayı tercih ediyorlardı.
Yaşanan kaoslara sessiz kalmak nasıl mümkün olabilirdi ? Ülke olarak bu insanları misafir etmeye karar verdik. Bu insanlar dağılan bir inci kolye gibi ülkemizin her bir köşesine dağılmışlardı. Sokakta, parkta ,okulda, köşe başlarında dilleri anlaşılmayan, üzerlerine başkasına ait hayatı giydirilmiş olmanın iğreti duruşunu taşıyan, hak namına neleri varsa gasp edilmiş kadınlar, erkekler ve çocuklar! Savaşların kasveti en çokta çocukların omuzlarına çökmüştü. Hangi yöne baksak eli yüzü kir içinde çıplak ayakları yerlere değen çocukları görmek mümkün hale gelmişti. Trafik ışıklarında uyuya kalanlar ,çöplerden karnını doyuranlar, ağır işlerde çalışanlar, çocuk yaşta evlenenler, enkazlardan çıkıp hayata tutunanalar kimyasal silahların tarumar ettiği bedenler ,Akdeniz in serin sularında hayata veda edip sahile vuran bebekler ve daha niceleri….
Ülkemizde zaman zaman çok büyük badireler atlatılıyordu. Ardı ardına okunan selalar yeni acıların habercisi oluyordu. Yeni acılar yenilerini takip ediyordu. Yaşananları bir kenara bırakıp küçük şeylerle mutlu olmaya çalışıyorduk. Çevremizdeki ilgiye muhtaç olan insanlara kimi zaman küçük yardımlarla kimi zamanla dualarla içinde bulundukları olumsuzluklardan uzaklaştırmaya çalışıyorduk. Bir nevi taşıma suyu ile insanlığı kurtarmaya çalışıyorduk. Olmuyordu, birileri kan ve göz yaşından besleniyordu. Zihinleri uyuşturan yeni hezeyanlar artık taşınamaz haldeydi. İnsanın acı ile ümit arası da gergef işler gibi gidip gelirken bardağı taşıran o son damla muhtemelen bir çocuğun gözünden damlamış olmalıydı.
Çin’in Wuhan şehrinde nur topu gibi bir virüs (covid-19) dünyaya merhaba dedi. Büyüyüp gelişen virüs doğduğu şehri beğenmeyip dünyaya turuna çıkmaya karar vermişti. Virüs insanlara dostane yaklaşıp elinden tutuyor. İnsandaki merhametsizliği farkettiği anda boğazına sarılıyor, insanın can çekişmesini izledikçe kahkahalar atmaya başlıyordu. Bazılarını elinden kaçmayı başarıyor olsa da kendine yeni kurbanlar bulmada çok vakit kaybetmiyordu. Son izlediğim korku filminden bir kesit diye düşünebilirsiniz ama bugünlerde yaşadığımız tek gerçek.
Çoğumuzun hayatımızda ilk kez bu kadar garip bir gerçekle karşı karşıya geldik. Peki şimdi ne yapmalıydım? Nereden başlamalıydım? Neyi nereye koymalıydım? Anlam veremedikleri bu garipliği çocuklarıma anlayabilecekleri bir şekilde açıklama yapmaya çalıştım. Okullarının bir süre kapalı olacağını söyledim. Sevinç çığları atmaya başladılar. Okulun olmayışı onlar için tatil, benim gibi atanamamış bir öğretmen için işsiz kalmak demekti. Yarı yolda kalmaktı. Onların dünyasına gölge düşmemesi için tebessüm ediyordum. Ertesi gün okuluma gittim. Veliler tek tek arayıp çocuklarını göndermeyeceklerini belirttiler. Boş sınıfta yapayalnız kalmıştım Duvarlara anlamsız bir tebessümle bakıyordum. Kulaklarım öğrencilerimin seslerini arıyordu. Önümüzdeki günler için planlarımız ,hedeflerimiz ,yerde duran silgiyi elime aldım ,sıktım. Yaşadığım bu günleri hayatımdan biran olsun silmek istedim. Teneffüs zili bir vedasız bir ayrılık bestesini çalıyor gibiydi.
Bir sabah kalkmış kendi hayatıma yabancı haline gelmiş gibiydim. Herkes kendince hazırlık yapıyordu. Marketlerden yüklü alış verişler yapılıyor, şişeler dolusu kolonyalar alınıyor , her yer dezenfekte ediliyordu. Çoğumuzun işyeri kapanıyor yada müşteri yok denecek kadar azalıyordu. Ne oluyordu bize, bu korku bu telaş içinde doğruyu nasıl bulacaktık? Cevabını şimdilik kimsenin bilmediği bu sorular halinde bitmeyen bir pazar rehavetine kapılmıştık. Haftalar ilerledikçe okulların uzun süre açılamayacak olduğu anlaşıldı. Uzaktan eğitime başladık. Artık mesleğimi evde kendi çocuklarımla devam ediyordum. Uzun zamandır görüşmediğimiz yakınlarımızla telefon görüşmeleri yapıyor uzun uzun yaşadığımız olaylar üzerine konuşuyorduk.. Arkadaşlarla sosyal medyadan görüntülü görüşmeler yapıyorduk. Yakınlarımızdan bu salgın dolayı vefat edenler olmaya başladı. Vefat edenler daha önce tecrübe etmediğimiz bir defin işlemi yapılıyordu. Dünyadan ve çevremizden sürekli vefat haberlerinin gelmesi içimizde yeni kaoslara neden olmakta ,sırada ölecek ben olabilir miyim? sorusunu akıllara getiriyordu. Yaşadığım kaygıdan dolayı empati kuramaz hale geldim. Artık kimseyle yüz yüze görüşmekte içimden gelmiyordu. Herkes virüs taşıyabilir ve bana bulaştırabilirdi. Çarsı pazara zorunlu olmadıkça gitmiyor, aldığım şeyleri defalarca dezenfekte etmeden yerine koyamıyordum. Obsesif bir ruh haline iyice bürünmüştüm.
Dünya insanları inancına sığınıyor, kimi kesim inancın değil bilimin bu işi çözeceğine inanıyordu. Çirkince karikatürler ile inançlara kabul edilemez göndermeler yapıyordu. Sanırım insan kendince bir günah keçisi arıyordu. Avrupalı bir doktor geliştirmekte oldukları aşının ilk önce Afrika ülkelerinde denenmesini söylüyordu. İnsanın bencilliğini kusan çirkin söylemeler zihnimi daha da allak bullak ediyordu. Kendimi hazin bir akıbete doğru hızla giden gemide hissediyordum.
Hayatım virüsten öncesi ve sonrası diye ikiye bölünmüş gibiydi. Bir ara bulunduğum şehri terketmeyi düşündüm ama sonra vazgeçtim. Düşmanım tüm dünyayı çoktan ele geçirmişti. Güvende olduğum tek yer evimdi ve burada kalmalıydım. O neden görünmez düşmanıma karşı hazırlık yapmaya başladım. Dezenfektanlarım, kolonya, maske , korumalık gözlük artık savaşa hazırdım. Geçmişte de birçok mücadeleye galip geldiğimi hatırladım. Bu savaşı da ben kazanacaktım. Sanırım bunun ihtiyacım olan sadece biraz zamandı.
Yetişmekte zorladığım birçok işim durmuş kalmıştı. Anladım ki onlarsızda yaşayabiliyormuşum. Aslında bu kendime dönüş birçok farkındalığıda beraberinde getirdi. Çocuklarımdan ne kadar az vakit ayırdığımı fark ettim. Eşim uzun bir yolculuktan dönmüş gibi geliyordu. Oysa aynı evde yıllar geçiriyorduk. Evde kalmak iyi gelmişti zihnen kendimi toparlamıştım. Birlikte olmanın keyfini çıkarmaya başladık. Çocukken oynadığımız oyunları çocuklarımızla oynuyor ,etkinlikler hazırlıyor, mutfakta birbirinden nefis yemekler hazırlıyorduk. Sürekli birlikte olmanı şaşkınlığı ve keyfini aynı anda yaşıyorduk.
Sakin bir müzik açtım, sert bir kahve alıp balkona geçtim. Havalar, ılık geçen şubat ayına inat günlerdir soğuk ve yağışlı geçiyordu. Beklediğim güneş bugün nihayet yüzünü göstermişti. Hafif rüzgar esiyordu. Bir zamanlar tanımadığım insanlar için telaş duyarken şimdi kendi hayatımın belirsizliğe ile karşı karşıya kalmıştım. Kahvemi yudumlayıp, gözlerimi kapattım. Mavi gökyüzünde nazlı nazlı salınan uçurtmamı uçurduğum günlere döndüm…
Bir yanıt yazın